Yine 10 Kasım geliyor.
Saat 9.05'te sessizlikle bütünleşiyorsunuz, siren seslerinin inadına bağırmalarına rağmen. Yine de sessizsiniz. Lütfen bir 10 kasım sabahı şöyle yüksek bir yere çıkın ve ayaklarınızın altındaki kenti bir gözleyin. Zamanın durduğuna tanıklık edeceksinizdir, evet, bu çok özel bir andır. O sabah okula giden küçüklere bakın, ellerinde rengarenk kasımpatları göreceksinizdir. Çiçeğin boyutu elleri kadardır, ufacık elleriyle hazinelerini kavrarlar, son derece ciddidirler. Ata'larına saygıyla ve sevgiyle tüm dünyanın zenginliklerini içeren armağanlarını verirler.
Saat 9.05'te sessizsiniz, dünyanın keşmekeşliğine rağmen.
Tören alanlarında ellerinde baston olan dedeler göreceksinizdir, göğüslerindeki madalyalardan tanıyacaksınızdır onları. Ha, bir de başlarındaki kalpaklarından. Onlar Ulu Önder'le beraber savunmuşlardır vatanlarını, birlikte gericilik hareketlerini ve ülkenin parçalanmasını engellemişlerdir. Söylemeyi unutuyordum, gözlerindeki birkaç damla yaştan da tanırsınız onları.. Sessizsiniz, sessizlik boğuyor adamı. Kalın ve yağlı bir urgan gibi.
Özlüyorsunuz Mustafa Kemal'i, görmemenize rağmen onun siluetini. Sanki boğazınızda bir şeyler düğümleniyor, bir anda haykırmak istiyorsunuz, zayıf bir ses geliyor gırtlağınızdan. Siluetin ne denli anlamsız, fikirlerinse ne denli önemli olduğunu fark ediyorsunuz. Sessizliğin sesi kulaklarınızda büyüyor, yanınızdakinin sessizliğini kokluyorsunuz.
Özlem kokuyor, hafif de bir burukluk; ülkenizin dört bir yanı.. Hakkari'den Trakya'ya, Kars'tan Muğla'ya, herkes ama herkes susuyor! Sessizlik onları boğuyor. Niye Atatürk'ü bu denli özlemle anıyorlar, niye Atatürk'ü bu denli özlemle arıyorlar? Niye bu denli özlüyorlar?
Aslında savaştan çıkmış, her tarafı yıkık bir ülkeden bahsediyoruz. Eğitim düzeyi yerlerde, okuma yazma oranı sadece %10 ve işin en kötü tarafı bu okuyan kısım da savaşta yok olmuş. İstanbul tıp fakültesi'nin 1915'te mezunu yok, ki bir savaşta cepheye sürülecek en son kişiler doktorlardır. Varın yokluğu, çaresizliği siz anlayın. Sonra dağ gibi Osmanlı borçları, halifelik, saltanat ve ABD mandası isteyenler, eskiye bağlı kalmış, daha doğrusu kalmaya zorlanmış bir millet var elinizde. Ve de jeopolitik coğrafyanızdan ötürü de korkunç önemlisiniz, etrafınızda akbabaların dolandığını rahatlıkla görebiliyorsunuz. Bu ana ait nasıl bir varlık özlenebilir ki? Siren sesleri devam ediyor. Vapurlar, itfaiye araçları bir arada feryad figan...
İnsanlar Kuva-i Milliye ruhunu özlüyorlar. Yokluk içinde var olmayı, o dönemdeki gururlu, tüm dünyaya kafa tutan genç Türkiye Cumhuriyeti'ni özlüyorlar. Mustafa Kemal'in bütünleştirici etkisini, insanların ırklarını, dillerini ve dinlerini gözetmeksizin tek bir çatı altında tek yumruk olmasını özlüyorlar. Etraflarındaki bu yabancı, bozulmuş ve özgül olmayan ortamı görüp kendi benliklerini özlüyorlar. Ve kendi benliklerini Mustafa Kemal'de buluyorlar. Siren sesleri gittikçe azalıyor, kulaklara yine gürültüler akın ediyor. Saat dokuzu altı geçiyor, hayat “devam” ediyor.
Bana kalırsa hayat asıl şimdi duruyor.
Saat 9.05'te sessizsiniz, dünyanın keşmekeşliğine rağmen.
Tören alanlarında ellerinde baston olan dedeler göreceksinizdir, göğüslerindeki madalyalardan tanıyacaksınızdır onları. Ha, bir de başlarındaki kalpaklarından. Onlar Ulu Önder'le beraber savunmuşlardır vatanlarını, birlikte gericilik hareketlerini ve ülkenin parçalanmasını engellemişlerdir. Söylemeyi unutuyordum, gözlerindeki birkaç damla yaştan da tanırsınız onları.. Sessizsiniz, sessizlik boğuyor adamı. Kalın ve yağlı bir urgan gibi.
Özlüyorsunuz Mustafa Kemal'i, görmemenize rağmen onun siluetini. Sanki boğazınızda bir şeyler düğümleniyor, bir anda haykırmak istiyorsunuz, zayıf bir ses geliyor gırtlağınızdan. Siluetin ne denli anlamsız, fikirlerinse ne denli önemli olduğunu fark ediyorsunuz. Sessizliğin sesi kulaklarınızda büyüyor, yanınızdakinin sessizliğini kokluyorsunuz.
Özlem kokuyor, hafif de bir burukluk; ülkenizin dört bir yanı.. Hakkari'den Trakya'ya, Kars'tan Muğla'ya, herkes ama herkes susuyor! Sessizlik onları boğuyor. Niye Atatürk'ü bu denli özlemle anıyorlar, niye Atatürk'ü bu denli özlemle arıyorlar? Niye bu denli özlüyorlar?
Aslında savaştan çıkmış, her tarafı yıkık bir ülkeden bahsediyoruz. Eğitim düzeyi yerlerde, okuma yazma oranı sadece %10 ve işin en kötü tarafı bu okuyan kısım da savaşta yok olmuş. İstanbul tıp fakültesi'nin 1915'te mezunu yok, ki bir savaşta cepheye sürülecek en son kişiler doktorlardır. Varın yokluğu, çaresizliği siz anlayın. Sonra dağ gibi Osmanlı borçları, halifelik, saltanat ve ABD mandası isteyenler, eskiye bağlı kalmış, daha doğrusu kalmaya zorlanmış bir millet var elinizde. Ve de jeopolitik coğrafyanızdan ötürü de korkunç önemlisiniz, etrafınızda akbabaların dolandığını rahatlıkla görebiliyorsunuz. Bu ana ait nasıl bir varlık özlenebilir ki? Siren sesleri devam ediyor. Vapurlar, itfaiye araçları bir arada feryad figan...
İnsanlar Kuva-i Milliye ruhunu özlüyorlar. Yokluk içinde var olmayı, o dönemdeki gururlu, tüm dünyaya kafa tutan genç Türkiye Cumhuriyeti'ni özlüyorlar. Mustafa Kemal'in bütünleştirici etkisini, insanların ırklarını, dillerini ve dinlerini gözetmeksizin tek bir çatı altında tek yumruk olmasını özlüyorlar. Etraflarındaki bu yabancı, bozulmuş ve özgül olmayan ortamı görüp kendi benliklerini özlüyorlar. Ve kendi benliklerini Mustafa Kemal'de buluyorlar. Siren sesleri gittikçe azalıyor, kulaklara yine gürültüler akın ediyor. Saat dokuzu altı geçiyor, hayat “devam” ediyor.
Bana kalırsa hayat asıl şimdi duruyor.
Hiç yorum yok
Okumuş olduğunuz başlık hakkındaki yorumunuzu bırakmak için lütfen aşağıda bulunan alana görüşlerinizi belirtiniz. Unutmayınız ki; yorumlarınız blog ekibinin onayı doğrultusunda görüntülenecektir. Hakaret ve küfür içeren yorumlar onaylanmayacaktır.