UCL | Wembley yolunda...


Schalke günlüğünün ilk kısmında belirtmiştim, Galatasaraylılar için Avrupa kupaları, özellikle Şampiyonar Ligi, yerel lig gibiydi yıllarca. Bu sebeple hem bütün dünya Galatasaray ismini, markasını çok iyi biliyor hem de taraftar Avrupa’da küçük hedef tanımıyordu. Yol boyunca gördüğüm inanç, moral, stada yaklaştığımda yerini büyük bir özgüvene bıraktı. Bu özgüveni futbolcular da sahaya yansıtınca yeni bir tarih sayfası açtı Galatasarayımız. Dişiyle tırnağıyla, Türkiye’de mücadele ettiği koca bir sahadışı ordusuna rağmen açtı hem de. İki sene önce düşer mi denilen takımdan Avrupa’nın en iyi 8 takımına bu kadar kısa sürede ancak Galatasaray gelebilirdi belki de..

Maça dönecek olursak, ilk dikkatimi çeken Veltins Arena’nın çevre düzenlemesi oldu. Toplu ulaşımın konumlanması, stada giden yolların düzeni, stad dışı alanlarının verimliliği, hepsi bana yeniden Almanlar’ın bu ‘sistem’ işinde profesör olduklarını ve aynı zamanda yepyeni yapılmış kendi Arenamızın çevre skandalını hatırlattı. Biz stada girip çıkmak için dünyaları yürüyüp, koskoca alan içerisinde manasızca sıkıştırılmış alanlara doluşurken Veltins Arena’nın etrafı panayır yeri gibiydi, dondurucu soğuğa rağmen. Stada gidiş yolları da kapılara göre bölünmüş olduğundan son derece rahatça içeri girdim, ve bahsettiğim özgüven havasını solumaya başladım.

Evet, herkes tedirgindi, temkinliydi. Ancak Galatasaray’ın varolduğu her yerde kendiliğinden oluşan o ‘umut’ çoktan yeşermişti gönüllerde. Herkes 2-2’lik beraberlikten bahsediyordu, yeneriz diyen çok azdı ama herkesin ortak fikri ‘ne yapar yapar eleriz’di. Nitekim Galatasaray da çok özgüvenli ve baskılı başladı maça. Almanlar ‘ne oluyoruz’ demeden üç-dört pozisyon kaçtı ki daha maçın başında Drogba içeriye vursa daha rahat olabilirdi her şey. Sonra Schalke’nin golü geldi, klasik duran top pozisyonsuzluğu sebebiyle. Fakat ne tribündekiler, ne sahadakiler, bozmadılar disiplini, herkes inanmaya devam etti. Ve nihayet, sene başından beri direk biriktiren, golünü çok özel bir ana saklayan Hamit o anın geldiğine inanmıştı anlaşılan. 35 metreden öyle bir vurdu ki, Prekazi’nin golünü anlatan Mustafa Denizli’den geliyor: ‘Vurdu… Vurmadı… Hah ha!’ Bu gol Almanların moralini bozdu ama meşhur disiplinlerini bozmadı, çok organize değillerdi ancak oyuncuların çabukluğu bizimkileri yoruyordu. 2.’yi bir bulsak derken Riera’nın takipçiliğinin neticesinde önüne düşen topu bilindik hareketleriyle rüzgar gibi sürdü Burak. Kaleci araya mı girecek derken çok akıllıca bir hamleyle Burak girdi topun altına, top süzülürken Galatasaraylılar da süzüldü, Burak’ın topu bıraktığını görüp kaleye gittiğini anlayanlar 1 saniye erken sevindi gole. Şampiyonlar Ligi’nin kralı atmıştı, 2 olmuştu, herkesin hayalini kurduğu 2. gol daha ilk yarıdan gelmişti.

2. yarının çetin geçeceği herkesin malumuydu, hata olan aşırı yaslanılmasıydı. Böylece orta saha kayboldu, herkes ceza sahasında manasızca koşturmaya başladı. 63’te gelen gol stresi artırdı, Muslera’nın olağanüstü kurtarışları ve Allah’ın yardımıyla atlatılan bir çok pozisyon, yürekler ağızda izlenen koca bir ikinci yarı ve nihayet 90+5. ‘Artık bitir’ diye bağıranlar Umut’u öylece giderken görünce ‘at bunu’ diye bağırmaya başladılar. Umut ne yaptı yaptı, süsledi çeyrek finali. Sonrası mı? Sonrasını hatırlamak bile zor. Birbirini daha önce hiç görmemiş, tanımamış insanların gözyaşları içinde sarılmaları, bağırışlar, tezahüratlar, ve Schalkeliler ile birlikte aynı yoldan yürüyüp aynı metroyla eve dönmek, sıfır taşkınlık, sıfır problem. Çeyrek final mi? Bilinmez ama netice ne olursa olsun onlar bizim gönlümüzde şampiyonlar ve öyle kalacaklar… 

Hiç yorum yok

Okumuş olduğunuz başlık hakkındaki yorumunuzu bırakmak için lütfen aşağıda bulunan alana görüşlerinizi belirtiniz. Unutmayınız ki; yorumlarınız blog ekibinin onayı doğrultusunda görüntülenecektir. Hakaret ve küfür içeren yorumlar onaylanmayacaktır.

Blogger tarafından desteklenmektedir.
google.com, pub-1379219663774483, DIRECT, f08c47fec0942fa0