STTK | Efes yenilgisi ve takımın durumu üzerine..

Spor Toto Türkiye Kupası'nın ilk gününde Tofaş'ı yenerek yarı finale kalan Galatasaray Liv Hospital, finale kalmak için çıktığı Anadolu Efes maçında ise 69-64 mağlup olarak kupaya veda etti. Arroyo'nun 30 sayısına rağmen kaybedilen bu maç sonrasında ise yine takım ve koç çokça tartışılmaya başlandı. Ortamın böylesine alevlendiği bir dönemde ben de boş duramadım, Efes maçına kısa bir bakış atarken takımın içinde bulunduğu durumu da elimden geldiği miktarda açıklamaya çalıştım:

İlk olarak maça bakarsak; aslında işler o kadar da kötü gidiyormuş gibi gözükmüyordu. Efes'i ilk yarıda 23 sayıda tutmuş, farkı 9'a çıkarmıştık. Üçüncü çeyrek içinde de bir ara fark yine 9'a çıktı. Tabi bu süre içerisinde en çok göze batan şey oyunun Arroyo'nun üstüne çok kalmasıydı. Öyle ki Arroyo artık insan üstü oynamaktan yorulup insani standartlara düşmeye başlayınca Efes de oyuna yavaş yavaş tutundu. Geldiler, geldiler, geldiler ve üçüncü çeyrek bitmeden de bizi geçmeyi başardılar. Burada rakipte Jamon Gordon'ın bireysel olarak iyi bir performans gösterdiğinin altını da çizmek lazım, önemli etkisi oldu maça. Son çeyrek de benzer şekilde geçti. Maçın şekli Efes'in istediği biçimdeydi, kontrolü onlar eline almıştı ve bu süreçte bir türlü momentumu ele geçiremedik. Savunma biraz direniş gösterse bile karşılığını hücumda almakta zorlandık. Çünkü istediğimiz organizasyonu bir türlü kuramadık Efes savunmasına karşı.. Top hiç içeride uzunlara inmedi. Bireysel olarak ise Arroyo'nun yanına biraz Hairston biraz da Erceg eklendi ancak bunlar da yetmedi ve Efes genellikle 1 adım önümüzde kaldı. Tüm bunların devamında ise son 33 saniyeye 3 sayı geride girmişken ve top Efes'teyken gidip rakibin en iyi faul atıcısı Vasiliadis'e faul yapmamızı da anlamadım. Yani orada hücumu savunsak yaklaşık 10 saniye süre kalacaktı bize.. Yok faul yapıp saati durduralım istiyorsanız da baskı yapıp topu uzunlara attıklarında o faulü yapmak mantıklı olurdu. Gidip rakibin en iyi atıcısına bunu yapmak da anlaşılmazdı açıkçası. Geride kalan sürede ise Efes taktik faullerde hata yapmayınca onlara yetişme şansımız da ortadan kayboldu ve 69-64 mağlup olarak finalde Karşıyaka'yla oynama şansını da kaybettik. Resmen ellerimizin içinden kayıp giden bir maç oldu, öyle bir hissiyat verdi bize.. Genel olarak Efes'in istediği oyun oynanmasına ve biz istediğimiz pek çok şeyi yapamamış olmamıza rağmen maç hep bir adım yakınımızdaydı. Ancak oraya uzanıp galibiyeti alamadık ve bu sezonki Türkiye Kupası maceramız finali göremeden sona erdi. 

Tabi, böyle bir mağlubiyetten sonra bizim gibi bir camiada kaotik bir ortamın doğması kaçınılmazdı. Eleştiri oklarının çoğu Ataman'a yöneltilirken oyuncular da nasibini aldı. (Arroyo hariç) İlk olarak koç üzerinden gitmek istiyorum: Bu satırlarda yeri geldi Ataman'ın yaptıklarını, teknik olarak tercihlerini kendimizce eleştirdiğimiz de oldu. Ama hep yapıcı bir eleştiri mantığı gütmeye çalıştık.  Çok büyük oranda da destek olduk tabi, çünkü ne kadar büyük bir koç olduğunu ve Galatasaray'ı istenen başarılara taşıyabileceğini de biliyoruz. Takımın şu anki durumuna baktığımızda ise şüphesiz etkisi var, suçsuz ya da masum diyemeyiz. Ama kendisine gelen eleştiriler ölçüsünde hatalı olduğunu da düşünmüyorum. Biraz daha bunları açarsak:

İlk olarak hatalı bulduğum taraflarından bahsederek giriş yapayım. Hemen her koç gibi Ataman da hatalar yapıyor, hatasız kul olmadığı gibi hatasız koç da olmuyor. Basketbolun doğasında bu var.. En çok konuşulan konulardan biri, Arroyo'nun oynama süreleri.. 34 yaşına gelmiş Arroyo sahada o kadar uzun süre kalıyor ki maç sonlarını kaldıracak dirilikte olamıyor. Ataman'ın "kazanmak için en kısa yolu bul ve uygula" gibi bir antrenörlük anlayışı var. Ve bu anlayışta eğer Arroyo'nun sahada uzun süre kalması gerekiyorsa onu uzun süre oynatır, ama işte burada özellikle maç sonlarını yeteri kadar hesaba katamıyoruz diye düşünüyorum. Arroyo kenara gelip 2 dakika dinleneceğine 5-6 dakika dinlense çok daha farklı olabilir. O aradaki fazla süreyi bir şekilde takımın çıkarması lazım ki maç sonuna kafa kafaya girilirse Arroyo gerekli müdaheleyi yapabilsin. Zaten kaybettiğimiz maçların birçoğunda Arroyo son bölümde yeteri kadar etkili olamamıştı hatırlarsak, çünkü yorulmuştu. Bu konuda doğru çözümler gelmiyor diye eleştiri yapılabilir, bence.. Benim en çok kafama takılan noktalardan biri de Engin Atsür konusu.. Engin'in iyi haliyle ne kadar önemli bir oyuncu olduğunu tarif etmeye gerek yok. Oyun kurucu yetenekleri, gerektiğinde sorumluluk alabilmesi ve iyi bir savunmacı olduğu için 2 numaraya çektiğinde savunmanın yumuşak kalmaması gibi özellikler, şu an takımın ihtiyaç duyduğu pek çok şeye  çare olabilir. Ama sakatlıktan döneli 2 aya yakın bir süre olmasına rağmen Engin'i hiçbir şekilde rotasyona dahil edemedik. Arroyo'nun kenara geldiği dakikalarda sahada güvenebileceğin ekstra bir el demektir Engin, ama henüz devreye giremedi. Tabi, bunun en temel sebebi şu an bu katkıyı yapacak kadar hazır olmamasıdır. Çünkü o durumda olsa Ataman onu bir şekilde kullanır ama 2 ay boyunca bu seviyeye gelememişse burada koçun da sorumluluğu vardır diye düşünüyorum. Arada farklı kazandığımız birçok lig maçı da oldu. O maçlarda son 1-2 dakika yerine daha önce girip daha uzun süreler oynayabilirdi. Hatta daha üst düzey maçlarla da onu ısındırmaya çalışabilirdik, ama Ataman bu yolu değil Engin'in kendini hazır hale getirdikten sonra onu oynatma yolunu seçecek anlaşılan.. Bence bu hatalı bir yaklaşım oldu şu ana kadar.. Son olarak da bazı maçlarda, doğru sahaiçi müdaheleleri görmedik hocadan.. Özellikle içerideki Maccabi ve Kuban maçlarında ki o kaybedilen maçların ne kadar kritik olduğunu anlatmaya gerek yok, işlerin iyi gitmediği anlarda kenardan daha farklı müdaheleler beklemiştik açıkçası. Ancak onlar gelmedi. Normalde gelen hamlelerin o günlerde niye gelmediği soru işareti, ancak Ataman'ın da zaman zaman böyle motivasyon eksiklikleri yaşadığını görüyoruz. Ki oyuncu tercihleri bir tarafa, bu nokta en büyük eksisi oldu bana göre..

Bunlar eksiler, söylemezsek olmaz. Buna benzer ufak tefek başka noktalar da vardır belki gözden kaçan, ama bunlar dışındaki genel anlamda sahaiçi eleştirilerin ağır olduğu kanısındayım. Misal Ataman'ın çok eleştirilen noktalarından biri transfer tercihleri. Birçok kişi niye Domercant'le devam edildi diyor. Yaza dönme şansımız olsa ve o günlerin bir nabzını tutsak çok az kişinin bunu demiş olduğunu görürdük. Çünkü Domercant'in eskisi gibi değil eskiye yakın dönse bile önemli bir fark yaratacağını biliyorduk, bu tutmadı diye buna şimdi hata demek işin kolay olanı.. Onun haricinde kadroda tuttuğu ya da kadroya dahil ettiği isimler arasında ben bir tek Jawai'yi doğru bulmamıştım. Çünkü hem sağlık-sakatlık bakımından çok riskli bir transferdi, hem de teknik anlamda özellikle savunma yapımıza uymayacak bir uzundu. Belki onunla birlikte farklı bir oyun oynayacaktık ve bu da tutacaktı, ama bunu gözlemleyecek kadar uzun süreli de izleyemedik Jawai'yi, malumunuz.. Onun yerine gelen Bonsu tercihi de eleştirildi. Evet, Bonsu'yu transfer etmek bir riskti ve risk tuttuğu an kazancın normalden büyük olacakken(geldikten sonraki ilk 1-1.5 ay gibi) iki ucu keskin bıçağın diğer tarafı sana döndüğünde ise sıkıntı yaşaman olası bir durumdu. Ancak şunu atlamamak da lazım ki Bonsu takıma geldiğinde 4 tane sağlam uzuna sahiptik. Furkan, 4-5 oynayabilen bir Ersin, Erceg ve lig için lisansını çıkartabileceğin bir Macvan.. Ancak 5 numaraya kaydırabileceğin Ersin, Bonsu'nun gelişinden çok kısa bir süre sonra sakatlanıp devre dışı kaldı. Bu sakatlık takımı başka şekillerde de çok etkiledi tabi.. Ve oradaki belki de esas şanssızlık Bonsu'nun 1 numaralı alternatifi Furkan'ın ufak tefek de olsa sürekli sakatlık, hastalık sorunları yaşayarak formdan düşmesi oldu. Sonuçta Furkan'ın ağır bir şekilde grip olup olmaması da Ataman'ın elinde olan birşey değil. Şartlar böyle olunca Bonsu'nun iyi değil kötü gözüken yüzü şimdi olduğundan daha çirkin gibi geliyor bazılarına, ama olayı tek bir boyutta incelemek de hata. Diğer transfer tercihlerinde de Ataman'ın hata yaptığını düşünmüyorum. Hairston o gün itibariyle alınabilecek en doğru isimdi, Hackett gibi bir oyuncuyu da almak istedik mesela ama alamadık vs. Ki eğer Hackett işi olsaydı Arroyo'yla birlikte ciddi ölçüde fark yaratabilirlerdi diye düşünüyorum ama neyse o başka bir konu..

Olayın bir değişik boyutu daha ortaya çıktı son günlerde, o da oyuncuların maaşlarının ödemesindeki sorunlar. Bu konuda kulübün 4 ay kadar geriden geldiği biliniyor şu an.. Bir kere "Para için oynamayan hiç oynamasın zaten" fikrine katılmıyorum. Sonuçta bu adamlar profesyonel sporcular ve ne olursa olsun en önemli motivasyon kaynakları bu kazandıkları paradır. Kimse babasının hayrına gelip oynamıyor burada. Hani kısa süreli bir gecikme olsa, bu tarz eleştirileri anlayabilirim ama Şubat ayına gelinmişken ödemelerin Ekim ayında falan kalmış olması da kabul edilebilir birşey değil. "Kurumsallaşma"yı motto olarak belirleyen bir kulübün basketbol şubesine de bu anlayışı yansıtması lazım.. Bu durumlara düşüldü diye oyuncular oynamıyor veya mücadele etmiyor diye bir sonuç da ortaya çıkmasın. Ama ellerinden gelenin en iyisinin bu olmadığını da biliyoruz. Zaten takım genel olarak zor bir dönemden geçiyor, zaten teknik olarak düzeltmemiz gereken bir sürü şey var, bir de bu adamlara paralarını ödemezsen olmaz işte. İşler yürümez istediğin gibi.. Bu konuyu oyuncular cephesinden değil daha çok Ataman cephesinden yorumlamak istemiştim esas olarak.. Bu durumdaki bir oyuncu grubuna sahada istediklerini yaptırması da çok zor sonuçta Ergin Hoca'nın. Üstteki eleştiri paragrafına "Organize oyundan uzaklaştık, çok fazla bireyselliğe kalmaya başladık" eleştirisini yazmamamın sebebi de bu.. Çünkü bu şartlar altında bir koçun istediği oyunu oynatması ve beklenen sonuçları alması hakikaten zor.. Çok daha rahat şartlar altında olan Avrupa efsanesi koçların bile nasıl sorunlar yaşadığını görürken, bu konuda  Ataman'a bu şekilde yüklenmek bence haksızlık. Geçen sezon 25 maç üst üste kazanan takımın; sahaiçinde ne yaptığını bilen, herkesin belli bir görevinin-rolünün olduğu o görüntüsünü hatırlamakta fayda var. İşte o Ataman'ın idealindeki takımdı, şu anki takım değil. Eminim ki o da bu formsuz görüntüden çıkıp yeniden istediklerinin yapıldığı ortama kavuşmayı istiyordur.

Bu kadar Ataman-takım eksenli analizden sonra taraftara da dönüp birşey dememek olmaz. Bir kere, o malum karşılaştırmalı tartışma konusuna hiç girmeyeceğim. Çünkü bu tartışmanın iki tarafından da gına geldi artık.. İnsanlar bunu tartışırken esas olan Galatasaray menfaatlerinin dışına çıkıyorlar genellikle, dolayısıyla kime ne fayda sağlanıyor anlamış değilim. Bu bir tarafa, ancak diğer taraftan eğer Efes maçının olduğu akşam twitter'da search bölümüne "Ergin Ataman" yazıp çıkan sonuçlara bakmışsanız, Galatasaray taraftarının kendi koçuna ne kadar ağır küfürler ettiğini görmüşsünüzdür -evet 1 seneden kısa süre önce bu takımı şampiyon yapan koça.. Orada yazılanlara tek tek bakarak hepsini ciddiye almıyorum tabi; çünkü ağzı olan konuşuyor, klavyesi olan yazıyor. Ama taraftarın genel ruh halini tahlil edersek, ortaya çıkan bu duruş hiç sağlıklı değil ve geleceğe dair beni en çok korkutan da bu.. Çünkü takım ne yapıp edip bu durumdan çıkabilir. Daha iyi basketbol oynamaya başlayabilir, istenen sonuçlar da gelebilir. Hepsi ayrı.. Ama taraftar-koç arasında böyle bir bağ kopması telafi edilebilir birşey mi emin değilim. Bunu kaybedersek, geri dönüşü olmayan bir noktaya girebiliriz. Bu konuda Ataman'ın hataları yok muydu? Vardı elbet(Kuban maçı sonrası açıklamalar). Ama hiçbir zaman için böyle bir muameleyi de haketmedi Ergin Hoca.. Sev-sevme ama Galatasaray'ın antrenörüne saygı duyacaksın, bu kadar basit. Gerekirse el uzatan da sen olacaksın. Sonuçta o tezahürat yanlış değil, herkes gidiyor biz kalıyoruz. Evet, ama burada olanlara, burada oldukları süre içinde sahip çıkmadıkça bizim hep burada olmamızın ne mantığı var ki? Değil mi?

Sonuç; takım, hoca, taraftar zor bir dönemdeyiz. Bu aşikar.. Altından kalkmak da kolay değil ama böyle bir dönemden sonra ayağa kalkarsak ancak biz kalkarız. Çünkü takımını desteklemeye odaklanmış bir Galatasaray taraftarına da şartlar biraz normale dönüp işini yapmaya başladığı zamanda Ergin Ataman'ın antrenörlüğüne de oyuncuların gerçek yeteneklerine de güveniyorum. Yani bu malzeme bizde var, niye kullanmayalım ki? Ve burada iş ilk olarak taraftardan başlıyor diye düşünüyorum. Tabi maaşlar konusunda da bir hamle bekliyoruz idari kanattan.. Şimdi önümüzde çok ama çok kritik bir CSKA Moskova maçı var. Zaten gruptan çıkma adına stratejik olarak önemi büyük bir maçken, şimdi böyle bir dönemi atlatma adına da büyük bir fırsat gibi görüyorum bunu.. Evet, çok zor bir maç, ama kazanılması imkansız bir maç değil. 2 sene önce İpekçi'de kazandığımız CSKA maçının şartlarını düşününce hakikaten ulaşılmaz birşey değil.. Tekrardan niye başarmayalım bunu? Bu takım bizim değil mi? Umarım Cuma akşamı tarihi bir maç daha oynayıp yine kazanırız, sonrası ise herhalde daha güzel olur..

Hiç yorum yok

Okumuş olduğunuz başlık hakkındaki yorumunuzu bırakmak için lütfen aşağıda bulunan alana görüşlerinizi belirtiniz. Unutmayınız ki; yorumlarınız blog ekibinin onayı doğrultusunda görüntülenecektir. Hakaret ve küfür içeren yorumlar onaylanmayacaktır.

Blogger tarafından desteklenmektedir.
google.com, pub-1379219663774483, DIRECT, f08c47fec0942fa0