Yusuf Altıntaş: Ne yaşadıysam Galatasaraylı olduğumdan..
Yusuf Altıntaş, ya da diğer adıyla Rambo Yusuf. 10 yıl formasını giydiği Galatasaray'da hiç kuşkusuz adını efsaneler arasına yazdırdı. Saha içinde yaptıkları, agresif oyun tarzı, forvetteki rolünden stopere geçişine kadar bir çok konuda Four Four Two dergisinin bu ayki sayısına özel açıklamalarda bulundu.
Futbolcu olmaya Bursaspor’da oynayan babanızı izleyerek mi heveslenmiştiniz?
Onu izlediğimi hatırlıyorum ama ailede sadece o yoktu. Amcalarım da futbolcuydu. Hatta biri Kocaelispor’da kaptandı. Abim de yine orada oynuyordu. Onların arasında benim futbolcu olmamam garip olurdu herhalde. Babam beni tarlalarda koşturuyordu. Kocaelispor’da oynamaya başladım. Amcalarıma yetişemedim ama abimle takım arkadaşı olduk. Bir ara parasızlıktan bıraktım. Sonra bir takım blue-jean için geri döndüm. İyi ki kandırmışlar beni. Santrfordum o zaman.
Forvetten stoperliğe nasıl geçtiniz? Forvette nasıldınız?
Hocam “Oğlum seni bir de orada deneyelim” dedi. Geçtim ben de. Forvette yırtıcıydım. Bulduğumu indirirdim ama stoperlik bana daha çok uydu. Kesiyorum, indiriyorum. Hocama “Artık buradan bir yere gitmem” dedim. İki sene sonra da A takıma yükseldim. Milli takıma da gidiyordum.
Galatasaray sizi milli takımda mı görmüştü?
Sadece Galatasaray değil ki, beni Fenerbahçe de çok istiyordu. Kocaelispor’a bir çuval para getirmişlerdi. Onlar 25 milyon peşin veriyordu ama 17.5 milyona Galatasaray’a gittim, onu da al alabilirsen! Galatasaraylı olduğum için hiçbir zaman gocunmadım.
10 yıl boyunca Galatasaray’da oynarken size yeniden teklif getirmediler mi?
Peşimi hiç bırakmadılar ama Fatih Terim’e söz vermiştim. Fenerbahçeli Kahveci Yavuz adında biri vardı. Fenerbahçe’nin istediği futbolcuları kaçırmak onun işiydi. Araya girdi. O zaman Galatasaray’ın iki yıllık futbolcusuyum. Beni Fenerbahçe başkanı Tahsin Kaya’nın yanına götürdüler. 400 milyon lira verdiler, 325’i peşin. Düşün, Florya’da dubleks daireler 20 milyon civarı! 225 milyona Galatasaray’da kaldım; 7.5 milyonu peşin, gerisi iki senede. Florya’ya gidince de bu sefer Alp Yalman yeniden kaçırmasınlar diye beni odasına kilitledi. Hem çok sıkıcı bir şey hem de gurur duyuyorsun. Koskoca Galatasaray beni elinde tutmak için odaya hapsediyor!
Galatasaray’a gider gitmez Derwall’le çalışmaya başlamışsınız. Yaptırdığı çalışmalar size farklı geliyor muydu?
Ne yaptırırsa yapıyorduk, bir bildiği vardır diye düşünüyorduk. Bir gün bana “Artık orta sahanın sağında oynayacaksın” dedi. Stoperde oynarken topu kesiyordum bitiyordu ama orta sahanın sağına geçince adam eksiltmeye de başladım. Borussia Dortmund’la Almanya’da bir hazırlık maçı yapmıştık. Beni yeni yerimde izlediler, sonra da almak istediler ama korktum. Erdal Keser bana az yalvarmadı. “Deli misin? Böyle teklif geri çevrilir mi?” dedi, dinlemedim. Daha önce kimse gitmemiş ki ne bileyim.
Rambo lakabını almanız da o döneme mi denk geliyor?
Tam olarak ne zaman dediklerini hatırlamıyorum ama çok havalı olmuştu. 40 bin kişi “Rambo” diye bağırınca mutluluktan delirdim. Daha önce iki kişiyi geçiyorsam beş kişiyi geçmeye başladım!
Sık sık sakatlanmanızın sebebi de kendinizi Rambo gibi hissetmeniz miydi?
Olabilir (gülüyor)! Hiç profesyonelce oynamıyordum, ayağımı her yere sokuyorum. Sakatlandığım zaman “Sana ihtiyacımız var” diyorlardı. İğneyle çıkıp oynuyordum, ondan sonra da kolay kolay iyileşemiyordum. Hep Galatasaray’ı çok sevdiğim için. Başka takımda olsam böyle olur muydum bilmiyorum.
Oynadığınız bir Karşıyaka maçında dişlerinizden beşi kırılmış. O şekilde oynamaya devam ettiniz mi?
Ettim tabii. Dişten ne olacak? Zaten benim dişlerimin çoğu sonradan yapılmaydı. 16 yaşımdan beri takma diş kullanıyorum; genetik bizde. Roma maçında rakiple aynı anda kafa topuna çıkmıştık. Çarpışınca benim dişler fırladı. Ben de havada yakalayıp ağzıma taktım. Hakem gülme krizine girdi. Adam yere çöktü, düdüğü çalamadı!
Yaşamadığınız bir sakatlık kalmış mıydı?
Kaşım patladı, burnum kırıldı. Kırılmayan sadece kaburga kemiğim kaldı ama o da çatladı! Bir de eskiden muhabirler sahanın içine kadar girip ağzımıza mikrofon sokarlardı. En çok da Bülent Karpat. Ne zaman sakatlansam, ne zaman atılsam peşimde! “Abi yapma, canlı yayında ağzımdan küfür çıkar” diyordum ama dinlemiyordu.
Sinirli olmadığınız zamanlarda da pek rahat durmuyormuşsunuz…
Ben takımın neşe kaynağıydım. Kadıköy’de Fenerbahçe maçına çıktık bir gün. İlk yarı bitti, 1-0 yeniliyoruz. O zamanlar da devre aralarında sahaya folklor ekipleri çıkardı. Devre arasında sahaya çıkıp onlarla oynadım. Cüneyt abi koluma girip “Kafayı mı yedin sen!” diye bağırdı bana. “Ulan mağlubuz mağlup! Sen bizi dövdürtecek misin?” dedi. “Kafana takma abi ya. İkinci yarıda hallederim ben” dedim. İkinci yarıda mükemmel oynadım. Raşit abiye bir orta yaptım, beraberlik geldi. Bir gol daha attık, maçı çevirdik.
Kadıköy’de oynamaktan hiç çekinmiyor muydunuz?
Neyinden çekinecekmişiz yahu? Kadıköy’se Kadıköy. Taraftar rakip futbolcuya ne yapabilir? En fazla annesine karısına küfür eder, onu da beş dakika sonra duymazsın.
Taraftarlar Fenerbahçe maçlarında sizin hangi dakikada atılacağınızın üzerine iddiaya girermiş. Niye o kadar çok kart görürdünüz?
Fenerbahçe maçlarından önce “Yusuf yine atılacak” diye haber yapıyorlardı. Hakemler de etkileniyorlardı bu haberlerden. Biraz da ondan oluyordu. Ben de baktım atılacağım, hakkını vererek atılıyordum. Hakkım olmayan kırmızı kartı sadece Tanju Fenerbahçe’ye gittiğinde görmüştüm. Bir maçta durdurmak için Tanju’ya sarıldım. Ne olduysa tutuldum, adam elimde kaldı. Sonra da al kırmızı kart! İkinci sarıdan tabii. Zaten maçın başlama düdüğü çalar çalmaz bana bir sarı çıkardı.
Hakkını en iyi verdiğiniz kırmızı kartı Fenerbahçeli İsmail Kartal’a attığınız tokatla mı gördünüz?
Aslında İsmail benim asker arkadaşım. Çok da sevdiğim bir insan. O maçta beni çok kızdırmıştı. Sürekli arkamdan vuruyordu. Yağmur yağdığı için elim ıslaktı. Yoksa daha iyi vururdum! Sonra hakeme bile bakmadan çıktım oyundan. Gizli saklı iş yapmazdım ben. Taraftarlar beni sahadan alkışlayarak gönderiyordu.
Teknik direktörleriniz ya da takım arkadaşlarınız da kızmıyor muydu?
Kızsalar ne olacak ki, zaten üzülüyordum. Bir gün maçtan atıldım. Bizim malzemeci de soyunma odasında kahve içiyordu. Bana da bir tane yaptı. Bir de sigara yaktım. Soyunma odasının penceresinden de bizim atak yaptığımız tarafın küçük bir kısmı görünüyor, oradan izliyoruz. Maç 2-1 bitti. “Oh!” dedim. Yoksa ertesi gün basın hep bana yükleniyor.
Çok kırmızı kart görmenizin bir sebebi de Rıdvan Dilmen’i tutma görevinin sürekli size verilmesi miydi? Sizinle girdiği ikili mücadelede omzu kırılınca aranız bozulmadı mı?
Yahu onu tutmak kolay mı? Birlikte koşuyoruz, koşuyoruz; sonra Rıdvan bir duruyor, ben koşmaya devam ediyorum. O kadar hız yapınca benim frenler tutmuyor! Bizim dönemin en büyük futbolcusu Rıdvan’dır. Sadece Rıdvan beni geçtiği zaman hırs yapmazdım. Başkası geçtiği zaman tepemin tası atardı. Rıdvan gol attıkça bana “Nasıl koyduk Köylü?” diyordu.
O pozisyonda benim suçum yoktu. Rıdvan bana çarptı. Biz ümit milli takımdan arkadaşız. Hastaneye yatınca bana hastaneye gitme dediler. Kimseyi dinlemedim, çiçeğimi yaptırıp gittim. Sarıldık, öpüştük. Kimseye bilerek bir şey yapmadım. Bir tek İsmail’e tokat attım. O da çok canımı sıkmıştı.
Bir Kocaelispor maçında abiniz de mi canınızı sıkmıştı?
Sol açıkta oynuyordu. Onu durdurmak da çok zordu. Galatasaray’a transfer olduğumda abim Kocaelispor’da kalmıştı. Hazırlık maçında bana çalım attı! Pozisyon icabı dalmam gerekti, bir daldım, taç çizgisinden öbür tarafa gitti. Oyundan çıkarken arkasından el salladım (gülüyor). Ne yapayım? Üzerimde Galatasaray’ın forması varsa gözüm bir şey görmezdi. Karşımda oynayan oğlum da olsa sert oynardım. Yapım bu.
Galatasaray’a Kupa Galipleri Kupası’nda çeyrek finali getiren golü siz atmıştınız. Sahadakiler bile nasıl olduğunu anlamamış. Siz topu görebilmiş miydiniz?
Onun hikâyesi çok güzel. Bir gün önceden sahaya çıktık, ısınma yapıyoruz. Ben de takımdan ayrılmışım, kalelerden birine yakın duruyorum. Mustafa Denizli “Oğlum ne yapıyorsun orada, burada oynuyoruz” dedi. Ben de “Mustafa abi yarın bu kaleye hayatımın en güzel golünü atacağım” dedim. Başkan Alp Yalman “Doğru mu söylüyorsun Köylü?” dedi. “Sen puroları hazırla, uçakta birer tane yakacağız” dedim. Hayatımda sol ayağımla gol atmışlığım yok ama o maçta sol ayağımla öyle bir gol attım ki ben bile görmedim. Hem de atacağım dediğim kaleye.
Yediklerinize, içtiklerinize hiç karışmazlar mıydı? Yoksa o golün şerefine miydi?
Çok yemek yerdim. Domuz gibi olduğum için beni geçemezlerdi. Bir oturuşta sekiz, dokuz porsiyon et yerdim. Monaco maçından önce Özhan Canaydın “Oğlum burası Monaco, nasıl hesap geleceği belli olmaz” dedi. Yardım topluyorlardı o zaman, durumumuz kötüydü. Bir porsiyon yedim. Sonra üzüldü. “Canın ne istiyorsa ye” dedi. Dört, beş porsiyon daha yedim. Yarın hakkını vereceğim dedim. 1-0 kazanmıştık o maçı.
Yemek yiyip mi çıkardınız maçlara?
Ne yemeği yahu? Maçlardan önce su içmek bile yasaktı! Neymiş efendim, dalak şişermiş. Kavruluyorduk ya! Sadece Coşkun Özarı bize milli takımda maçtan önce muzla çikolata verirdi. Ben de bir kilo muz yerdim. Boğazıma bakardım yani. Maç bitince bir maç daha oynayacak durumda oluyordum. Zaman geçirmemiz gerektiğinde toplara bir vururdum, stattan dışarı çıkardı. Bir keresinde İnönü Stadı’ndan Dolmabahçe Camii’nin oraya gitti. Bir keresinde de Ali Sami Yen Stadı’ndan Ortaklar Caddesi’ne attım. O zaman topun yenisi hemen gelmiyordu. İyi zaman kazanıyorduk.
Galatasaray’daki unutulmazlarınızın arasında bir de Tanju Çolak’a attırdığınız golle onu Avrupa’da gol kralı yapmanız var. O golden sonra Metin Oktay’la konuştunuz mu hiç?
Tanju hâlâ teşekkür edecek bana! O golden sonra Metin abi benimle konuşmadı. “Abi nasılsın?” diyordum, yüzüme bile bakmıyordu. “Onu mu gol kralı yaptın?” dedi o kadar. Benimle küs öldü.
Sizin oynadığınız dönemde Galatasaray 14 yıl aradan sonra şampiyon olmuştu. Bu tamamen Derwall’in dehası mıydı?
Fatih Terim’in uğursuzluğu diyorlardı (gülüyor)! Şaka tabii. Fatih abiyi çok severim. Giderken formasını bana teslim etmişti. Evine ilk giren benim. Yengeye benim için kuru fasulye yaptırmıştı.
Feldkamp’la neden anlaşamıyordunuz?
Milliyetçilik yapıyordu. Bir kere beni yine olmadık yere oyundan çıkarttı. Çok sinirlendim. Yedek kulübesinde dövecektim de araya başkaları girdi. Yine de hakkını yemeyeyim, ondan çok şey öğrendik. Hatta Almanya’dan gelen herkesten. Hocalar bayıltana kadar idman yaptırıyorlardı, hepimizin gözleri kararıyordu ama ondan sonra da kimse yanımıza yaklaşamıyordu.
Bu kadar sevdiğiniz halde Galatasaray’dan neden ayrıldınız?
Adnan Polat bana kalmamı söylemişti ama artık Kocaeli’ye dönmek istiyordum. Galatasaray’dan sonra Mustafa Denizli’yle birlikte Kocaelispor’a geldim. Aslında Galatasaray’da bırakacaktım ama Mustafa abiyi kıramadım. Zaten iki maç oynayıp bıraktım.
Antrenörlüğü de mi bıraktınız?
O iş pek bana göre değil. Kocaeli civarından küçük yaştaki futbolcuları takip edeyim, Galatasaray’a kazandırayım istiyorum o kadar. Para kazanmak gibi bir amacım da yok. Futbolculuğumda da büyük paralar kazanmadım ama Galatasaraylı olduğum için hiç pişman değilim.
Şimdi sadece oğlunuz Batuhan’la mı ilgileniyorsunuz? Size benzeyen özellikleri var mı?
Bazı şeyleri benzemese daha iyi (gülüyor)! O benden daha sakin ama futbolculuk bizim genlerimizde var. Batuhan’ın abisi de futbol oynadı. Ablası buz hokeyinde milli. O da çok küçük yaşta oynamaya başladı. 13 yaşında Beşiktaş’tan istediler. Transferi bir türlü olmadığı için biz de Bursaspor’la anlaştık. Biraz oynasa çok iyi olacağına eminim. Beklentiler çok büyük. İstiyorlar ki hemen atlasın, zıplasın, vurup kırsın…
Hiç yorum yok
Okumuş olduğunuz başlık hakkındaki yorumunuzu bırakmak için lütfen aşağıda bulunan alana görüşlerinizi belirtiniz. Unutmayınız ki; yorumlarınız blog ekibinin onayı doğrultusunda görüntülenecektir. Hakaret ve küfür içeren yorumlar onaylanmayacaktır.