Bu arma, bu takım bizim!

Galatasaray Café Crown.. Geçen sezon müthiş bir skandalın ardından yüreğiyle oynayanların, onuru için savaşanların mücadelesini verenlerin takımı. Sezona müthiş başlamıştı Galatasaray Café Crown, sezonun ilk derbisinde uzatmalar sonrasında ezeli rakibi karşısında galip gelmişti. Maçın yıldızı da Cemal Nalga'ydı. Buraya kadar herşey güzeldi fakat skandal bu maçtan sonra patladı. Sezon öncesi yapılan hazırlık maçında rakibine yumruk atan Cemal, oyundan diskalifiyesi sonrasında 5 (beş) müsabakadan men cezası almıştı. Fakat buna rağmen türlü senaryolar ve oyunlar, daha doğrusu düzenbazlıklarla Almanya'da ki hazırlık turnuvasında forma giymiş ve federasyona da forma giymedi olarak belirtilmişti. Evet, Cemal sahaya kendi formasıyla çıkmamıştı. Genç oyuncu takım kaptanı Tufan'ın formasını giyerek hazırlık karşılaşmalarında oynadı. Tabii istatistiklere de, kayıtlara da böyle geçti. Sonrasında da oynanılan tüm resmi karşılaşmalarda cezası tamamlandı diyerek Cemal oynatıldı. Peki olay patlayınca ne mi oldu? Galatasaray CC normalde küme düşürülmesi gerekiyordu, bu ceza sonrasında. Tabii cezaya sebebiyet verenlere de ciddi yaptırımlar uygulanması bekleniyordu. Galatasaray'a normal verilmesi ceza böyle iken, iyi halden ve büyük takım ünvanından yırtarak tüm puanları silindi, üzerine birde -5 puanlık ceza verildi. -5 puanlık ceza sonradan kaldırıldı kaldırılmasına ama kaybettiğin maçta bile 1 puan aldığın branşta tüm puanlarının silinmesi demek, hadi biz sizi küme düşürmedik ama siz kümeye doğru ufaktan yol alın bakalım demekti. Bu cezaların üzerine birde Fenerbahçe Ülker maçında yaşanılan olaylar nedeniyle saha kapatma cezası alınmıştı.

Galatasaray CC kelimenin tam anlamıyla dibi, sonu görünmeyen bir kuyuya düşmüştü. Kelimenin tam anlamıyla kabus yaşanıyordu. Takımın başına gerçek Galatasaray'lı ve en az bizim kadar taraftar olan Cem Akdağ getirildi. Cem hoca böylesine zor bir dönemde, böylesine zor bir zamanda takımın başına korkusuzca geçti. Galatasaray CC'yi eğer bir gemiye benzetirsek, fırtınalı ve dev dalgaların olduğu okyanusta dümene Cem Akdağ geçti. Dümene geçmesiyle takım aslında teknik, taktik için sahaya çıkmadı. Onur mücadelesi için, şerefleri için ve kendileri için sahaya çıktı. Hepsi cesur ve korkusuz oyunculardı. Tam anlamıyla profesyonel ve gerçekten kaliteli bir takımdı Galatasaray CC. Cem Akdağ'da bunun farkındaydı ve oyuncularıyla her maça çok farklı hazırlandı. Artık iş taktiği, tekniği, oyunu, seti geçmişti. Her maç onur mücadelesiydi, her mücadele gururdu, şerefti. Takımdan hiç bir oyuncu böylesine zor bir dönemde takımdan ayrılmak istemedi. Belki küme düşeceklerdi, belki bu işin üstesinden gelemeyeceklerdi. Hepsi takımda kalarak çok büyük bir profesyonellik örneği gösterdiler. Özellikle yabancı oyuncular olmak üzere hiç bir oyuncu takımdan ayrılmadı. Kısıtlı takım, kısıtlı rotasyon ile hem ligde, hem Avrupa'da onur mücadelesine devam etti Galatasaray. Artık kazanılan her maç sıradan bir maç değil, onurları adına kazanılan bir zaferdi.

Yaşanan olaylar sonrasında ve takımın göstermiş olduğu isyan sonrasında en önemli durum gerçekleşti. Belki de bu yaşanan olaylar bizim adımıza çok iyi oldu. Sezon genelinde boş tribünlere oynayan takımın artık kemik bir taraftar grubu oluşmuştu. Daha doğrusu kemik ekip vardı fakat sayı her geçen maç daha da artıyordu. Galatasaray taraftarı armasına sahip çıkıyor, basketbolcularının isyanına ortak oluyordu. Onlarla birlikte savaşıyor, onlarla birlikte her maç daha çok mücadele ediyordu. Takım-taraftar etkileşimi sahaya da yansıdı haliyle. Oyuncular artık daha fazla mücadele ediyor, taraftarı elleri patlayana kadar alkışlıyor ve boğazını yırtarcasına bağırıyordu. Takımın en büyük isyankarı kuşkusuz Radoslav Rancik'ti, taraftarın isyanını sahaya yansıtıyordu. Düşünebiliyormusunuz, siz takıma yeni katılmış bir oyuncusunuz ve böylesine amatörce bir durum yaşıyorsunuz. Fakat taraftar sizinle birlikte mücadeleye katılıyor, inanıyor, sizin yanınızda oluyor. Ve siz yeni geldiğiniz takımınızda en çok sevilen oyunculardan birisi oluyorsunuz. Radoslav taraftarı ile her maç coştu, coşturdu. Takımına sahip çıkan, basketbol branşının olduğunu yeniden farkeden taraftar her hafta salona yanına bir arkadaşını daha alarak koştu. Galatasaray taraftarı armasının peşindeydi, takımıyla mücadelenin içindeydi. Birdi, on oldular. Ondu, yüz oldular. Yüzdü, bin oldular. Bindi, onbinler oldular. Yaşanan olaylar sonrasında Galatasaray'lı taraftarlar takımlarına sahip çıktılar, armalarına sahip çıktılar, takımlarının yanındaydılar. Yaşanan olaylar sonrasında Galatasaray taraftarı birşeyin farkına vardı. Bu oyuncular Galatasaray forması, arması giyiyor. Bu arma uğruna mücadele ediyor. Takım benimsendi, taraftar kendi öz evladı gibi görmeye başladı. Herhalde böyle bir durumda bulunan başka hiç bir takım böylesine destek görmemiştir. Bazı maçlarda taraftar sahada mücadele ediyordu ki, kazanılan Beşiktaş CT maçı bunun en büyük örneğiydi. Sadece taraftar değildi fedakarlıklar yapan, oyuncularda çok büyük fedakarlıklar yaptılar. Rancik 40 maçta oynadı, Simas sakat sakat 10 maçta forma giydi. Darius adalesinde yırtık olmasına rağmen Beşiktaş maçında oynadı, maç kazandırdı. Mike parmağı sakat halde 7 maç oynadı. Evren kısıtlı kadro nedeniyle 30'a yakın maçta forma giydi. Tüm oyuncularımız birşeylerden feragat etti. Daha evel dediğimiz gibi, onlar sıradan bir maç oynamıyordu. Onurları için savaşıyorlardı !

Galatasaray CC aldığı galibiyetlerle playoffa katılmayı bile zorlamaya başlamıştı. Sıralamada bir aşağıya, bir yukarıya çıktı. İzmir deplasmanında Aliağa ile oynarken, ezeli rakibimizde Bornova'ya konuk oluyordu. Hesaplamalar üzerinde Bornova eğer yenilirse ki normal olanı buydu, Aliağa'yı yenersek playoffa girebilmek için çok büyük bir şansımız olacaktı. Hatta şans değil, kesin olarak giriyorduk playoffa. Takım müthiş bir hava yakalamıştı, karşısına çıkan takım farketmeden herkesi deviriyordu, eziyordu. Bu havayla şampiyonluk bile yaşanabilirdi. İşimiz Fenerbahçe Ülker'e kalmıştı. Onlar mücadele etmediler, savaşmadılar. Bornova çok rahat bir biçimde maçı kazandı. Sonrasında da takımımız Aliağa'ya kaybetti. Haliyle playoffa girme umutları bitmişti, umutlar tükenmişti. Son hafta ligin dibi yanıyordu, takımımız biraz daha rahattı. Fakat rahat olmasına rağmen ateşi hissetmeye başlamıştı. Takım son hafta ligde kalmak için, daha doğrusu kendisini riske etmemek için Bornova'yı muhakkak yenmesi gerekiyordu. Bornova maçında takımın yanında tam 6 bin Galatasaray'lı vardı. Sezonun kapanışı, son maçında oyunculara alkışlarla, tezahüratlarla teşekkür ediliyor, veda ediliyordu. Galatasaray CC rakibi karşısında zorlanmadan maçı kazandı, playoffa bir galibiyet eksikle giremedi. Fenerbahçe Ülker ise playoffta karşılaştığı ve bir hafta evel yenildiği Bornova takımına 30 sayı fark attı. Hani kasıt aramayalım diyoruzda bu kadar kasıtlı olmaz ki.

Bu takım bizim, bu arma bizim. Sezon öncesinde oldukça iyi atılımlar yapıldı. Geçen sene taraftar takımı benimsedi, sahiplendi. Bu armanında Galatasaray arması olduğunu hatırladı, takımıyla birlikte salonlara koştu. Bu sezonda aynı havanın sürmesi dileğiyle. Galatasaray armasının olduğu heryerde umudun var olduğunu ve Galatasaray armasını taşıyan herkesin arkasında olmamız gerektiğini tekrardan hatırlatmakta fayda var. Son cümleyide tribünde yükselen çığlıkla tamamlayalım. "Bu sene baskette tarih yazalım.. !"

2 yorum:

Okumuş olduğunuz başlık hakkındaki yorumunuzu bırakmak için lütfen aşağıda bulunan alana görüşlerinizi belirtiniz. Unutmayınız ki; yorumlarınız blog ekibinin onayı doğrultusunda görüntülenecektir. Hakaret ve küfür içeren yorumlar onaylanmayacaktır.

Blogger tarafından desteklenmektedir.
google.com, pub-1379219663774483, DIRECT, f08c47fec0942fa0